15 Aralık 2010 Çarşamba

Gençler Zorunlu Konformizmden Arındırılmış Hemzemin Bir Diyalog İstiyor!

1968’de Fransa’da başlayan gençlik eylemleri çok kısa bir sürede bütün dünyada bir alev topu gibi yayılmıştı. Her ne kadar ülkelerin kendi iç gündemlerinden hareketle gelişen farklı taleplerle genişlese de bu çember, en temelde, farklı gençliklerin aynı zaman çizgisi üzerinde kesiştikleri ve aynı ruhu soludukları bir dönemdi o yıllar. Certau, 1968’de Paris sokaklarına dökülen gençlerin onlarca farklı saik ve motivasyonla bağırmasına rağmen gökyüzüne yükselen o derin uğultunun melodik bir ritim de meydana getirdiğini söyler. İşte şimdilerde yine dünyanın birçok sokaklarında yükselen o uğultu da, gittikçe güzel ve anlamlı bir melodiye dönüşüyor.

Aralık 2008 içinde Yunanistan’da 16 yaşındaki bir gencin polis kurşunuyla ölümünden sonra iki hafta boyunca Yunanistan’ı savaş alanına çeviren anarşist ve sol gençlerin isyanı ile birlikte, yeni kuşak gençler üzerine daha fazla düşünülmeye, daha fazla yazılmaya başlandı. Genç bir kuşağın can havliyle ileriye atılıp ülkenin siyasal ve sosyal gündemini tarumar ettiği bu ruh halinin örneklerine ya da emarelerine aslında yakın zamanlarda şahit olmuştuk. Fransa’daki banliyö ayaklanmalarıyla gerçekleşen eylemlerden, İngiltere’deki üniversite öğrencilerinde ve İtalya’daki öğrenci radikalizmine kadar yakın tarihli bir dizi örnek geliyor insanın hemen aklına.

Marx ve Engels'in "Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor" dediğine benzer bir mevzu, ama bu sefer komünizmin hayaleti değil sosyal politikaların yokluğu ve neo-liberalizmin krizi nedeniyle sokaklara dökülen gençlerin hayaleti dolaşıyor Avrupa'nın üzerinde. Gençliğin zorunlu konformizmden çıkıp, toplumsal hayatta etkin bir aktör olmak adına anlamlı pratikler sergilemeye başladığının ilk örnekleri olarak okumak gerekiyor bu eylemleri.

Her şeyin piyasa değerlerine indirgendiği ve sosyal politikalardaki çarpıklığın gittikçe yeni nesil gençler üzerinde etkilerini hissettirmeye başladığı bu dönemlerde gençler, etkin bir gençlik politikasının oluşumu için adeta 1968 kuşağına benzer bir hamleye girişmeye başladılar. Özellikle 2000’li yılların başında Avrupa Birliği Gençlik programı ile başlayan süreçte gençlik çalışmaları ve gençlik politikalarıyla daha fazla ilgilenilmeye başlandı. Bu süreçte gençlere yönelik açılan hibe programları, gençlerin toplumsal hayata katılımını destekleyen kurumsal kapasitelerin güçlendirilmesi, gençlik sivil alanının hızla genişlemesi gibi gelişmeler yaşandı.

Toplum Gönüllüleri Vakfı da bahsettiğimiz bu sürecin deneyimleri üzerine kurulan, genişleyen ve gençlerin güçlendirilmesi yoluyla temsiliyetlerini artırmayı hedefleyen bir kuruluş. Özellikle son dönemlerde sadece toplum hizmeti projeleri ile yetinmeyen aynı zamanda gençleri ilgilendiren alanlarda savunuculuk faaliyetleri de yürüten bir gençlik sivil kuruluşu olma yolunda ciddi adımlar atan bir vakıf. Üniversite öğrencilerinin muzdarip olduğu alanların başında gelen Yurt-Kur mevzuatı ve genç kadınların yurda giriş-çıkış saatleri ile ilgili ayrımcı uygulamalara dikkat çekmek, üniversite kampüslerinde sivil polislerin görevlendirilmesini amaçlayan yasal düzenlenmeye yönelik karşı çıkışı ve en son üniversite öğrencilerine yönelik polis şiddetini eleştiren basın bildirileri ile bu alanda çok önemli bir aktör olarak belirmeye başlıyor. Biz gönüllü gençlerin enerjisi ve talepleri doğrultusunda, bizi ilgilendiren temel konularda toplumsal barış duyarlılığını gözeterek her türlü savunuculuk ve güçlendirme desteği sunan TOG’un, ülkemizdeki gençlik politikaları alanında siyasa yapıcıları etkileyen önemli bir muhataba dönüşmesi için elimizden gelen her şeyi ilkelerimiz ışığında hayata geçirmemiz gerekiyor. Şiddet ve ayrımcılık üretmeyen alternatif mücadele araçları ile gençliğin hak temelli taleplerini gündemleştirmemiz ve savunmamız gerekiyor.

Ayrıca bütün bu süreçte diğer gençlik sivil kuruluşlarıyla da işbirliği içerisinde güçlü bir savunuculuk hattı geliştirmemiz ve tam da yeni bir sivil anayasanın konuşulduğu şimdilerde somut gençlik politikaları oluşturmak ve önermek durumundayız. Bunu yaparken de sadece üniversite öğrencilerini değil farklı gençlik hallerini de göz ününde bulundurarak daha bütüncül bakış açıları geliştirmeliyiz.

Sonuç olarak yaşadıkları ülkelerdeki yerel sorunların harekete geçirdiği gençler, adeta bir İpek Yolu’na dönüştürdükleri sosyal medya araçları sayesinde küresel bir ortak dili de inşa ediyorlar şimdilerde. Sosyal politikaların yokluğu ve neo-liberalizmin krizi nedeniyle sokaklara dökülen gençlerin hayaleti dolaşıyor iktidarların üzerinde. Gençliğin, toplumsal tahakküm ilişkilerine ve yetişkin egemen hiyerarşiye duyduğu zorunlu konformizmden çıkıp, hemzemin temelli bir diyalog talebinde bulunduğu o tarihsel aralıktayız. Olması gerekeni örüyor ve yeni dili kuşanıyoruz...
  

13 Eylül 2010 Pazartesi

Özgür, Demokratik ve Kamusal Bir Üniversite İçin: Başlıyoruz!

Toplum Gönüllüleri Hareketi, gençlerin öncülüğü ve yetişkinlerin rehberliğinde toplumsal barış idealine ulaşmak için emin adımlarla ilerliyor, etki çemberini genişletiyor ve yaygınlaşıyor. Farklılıklarla bir arada yaşamayı şiar edinen bu hareketin öznesi olan biz gençler, yerelimizde çeşitli sosyal sorumluluk projeleri üreterek, ulusal düzeyde gerçekleşen hareketlilik çalışmalarına dâhil olarak; bir yandan sosyal sermayemizi toplumsal hizmet çalışmaları için kullanıyor, diğer yandan da kişisel gelişimimiz için yeni fırsatlarla buluşuyoruz. İşte TOG’un ulusal düzeydeki en büyük hareketlilik projesi olan Gençlik Konseyi, en büyük ve aynı zamanda en heterojen katılımlı etkinliği olarak da karşımıza çıkıyor. Gençlerin ulusal düzeydeki sosyal hareketlilikleri ile ortaya çıkan böylesi güçlü bir katılım örneği; doğal olarak beraberinde çok büyük bir sosyal sermaye paylaşım alanı da yaratıyor.


Üniversiteler tanımı gereği farklı düşüncelerin, inançların ve yaşam biçimlerinin kendini özgürce ifade edebildiği yerlerdir. Toplum gönüllüsü gençlerin çok büyük bir kısmını üniversite öğrencileri oluşturmaktadır. Bu nedenle gençler bir yandan toplumsal barış ideali için sosyal sorumluluk çalışmaları ortaya koyarken, bir yandan da zamanlarının çok büyük bir kısmını geçirdikleri kampus alanlarını daha yaşanılabilir hale getirmek için de çaba harcamaktadır. İşte “Gençlerin Katılımı”ndan sonra biz gençlerin demokratik katılımı sonucunda TOG’un ikinci ulusal teması olarak seçilen “Özgür ve Demokratik Üniversite” teması tam da; YÖK gibi katı ve hiyerarşik bir yapılanmanın adeta Demokles’in Kılıcı misali öğrencileri sindirdiği, örgütlenme özgürlüğü yönünde ciddi engellerin olduğu, akademik etiğin neredeyse hiç işlemediği ve üniversitedeki öğretim üyelerinin öğrenciler üzerinde hiyerarşi üreterek eleştirel düşünmeyi ketlediği, kampus alanlarındaki sosyal mekanların öğrenci dostu bir şekilde düzenlenmediği, üniversitelerdeki karar alma mekanizmalarına dahil olunamadığı…bir ortamda, gençlerin en önemli yaşam alanlarından birisi olan üniversiteleri dönüştürmekle ilgili müthiş bir fırsat sunuyor bizlere.

Eğitim temel bir kamusal hizmet ve temel bir sosyal haktır. Yükseköğrenim düzeyindeki biz gençlerin, yaşamımızın en önemli aralıklarından birisini geçirdiğimiz üniversitelerin özgür ve demokratik bir yapıya kavuşturulması için mücadele etme hakkı ve sorumluluğu var. İşte yeni temamız bize tam da bu hak ve sorumluluğu hatırlatıyor ve harekete geçmemizi öğütlüyor.

Gençlerin toplumsal düzeydeki katılımı ile ilgili iki yıl boyunca çok ciddi çalışmalar yürüttük. Katılımın önemine dair oluşturduğumuz duyarlılık ve farkındalıkla birlikte, bu defa daha özgür ve demokratik bir üniversite için harekete geçme zamanı. Bir yıl boyunca Türkiye genelindeki 94 Toplum Gönüllüleri örgütlenmesi, bütün etkinliklerimizin odağına “özgür ve demokratik üniversite” temasını alarak çalışmalar yürüteceğiz. Yalnız bu çalışmaları yürütürken, aslında ülkemiz toplumsal hafızasında çok hassas ve manipülasyona açık bir alanda hareket ettiğimizin de farkında olarak şu temel ilkeler doğrultusunda hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Sivil Aktivizm: Toplum Gönüllüleri Hareketinin ilkeleri ve felsefesi ışığında ortaya koyacağımız bütün çalışmalar, şiddet ve militarizmden bağımsız olmalı ve diyalog temelli sivil bir aktivizm üretmelidir.

Demokratik Katılım: Tema kapsamında gerçekleştireceğimiz bütün uygulamalar gençlerin eşit ve demokratik katılımını sağlamaya yönelik olmalıdır. Üniversite bünyesindeki katılım ve karar alma mekanizmalarına dahil olmak için çalışmalar yürütülmeli, özellikle Öğrenci Konseyleri bu anlamda demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır.

İşbirliği ve Dayanışma: Özgür ve demokratik bir üniversitenin inşası için, çalışma yürüteceğimiz üniversitelerdeki diğer kulüp ve topluluklarla birlikte işbirliği ve dayanışma içerisinde etkinlikler yürütmeliyiz. Bu işbirliklerinin TOG ilkeleri ve vizyonu ile uyumlu olmasına dikkat etmeliyiz.

Çözüme Odaklanmalıyız: Daha özgür ve demokratik bir üniversite için engel oluşturan bütün yapı, unsur ve bileşenleri ortaya koyarken, bunlara yönelik çözüm önerileri de geliştirmeliyiz. Sadece sorunları betimsel düzeyde ortaya koymakla yetinmemeli, çözümün bir parçası olmaya dönük çalışmalar yürütmeliyiz.

Bolu’da gerçekleşecek olan 16. Gençlik Konseyi’nin de daha önceki konsey tecrübeleri üzerine inşa edilecek büyük bir demokratik katılım ve paylaşım alanı olacağından hiç şüphem yok. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü öncülüğünde organize edilen ve büyük emekler harcanarak bugüne gelinen süreçte emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

16 Mayıs 2010 Pazar

Fark Yaratanlar Buluşması

Sabancı Vakfı'nın bir projesi olarak hayata geçen ve CNN TÜRK televizyon kanalında Cüneyt Özdemir'in sunuculuğunda 32 bölüm olarak yayınlanan Fark Yaratanlar Programı, 17 Mayıs Pazartesi akşamı 19:35-21:45 arasında 32 "fark yaratan" ve Güler Sabancı ile birlikte yine Cüneyt Özdemir'in sunduğu 5N1K programının canlı yayın konuğu olacaklar.

"Fark yaratanlar" programına çıkanlardan birisi olarak ben de pazartesi akşamı canlı yayın konuğu olacağım. Türkiye'de iyiliğin peşine düşen ve insanların hayatında fark yaratanları ağırlayan bu programın, ülkemizde sivil toplum, gönüllülük ve sosyal sorumluluk çalışmalarının artırılmasında önemli bir işlevi olduğuna inanıyorum. Özetin özeti:

Fark Yaratanlar Buluşması
17 Mayıs Pazartesi
19:35-21:45
5N1K Programı
CNN TÜRK Televizyonu

3 Mart 2010 Çarşamba

GENÇLERİN KATILIMI VE SOSYAL HAREKETLİLİĞİ BAĞLAMINDA TOPLUMSAL BARIŞIN İNŞA ALANLARI: "15. GENÇLİK KONSEYİ-SAKARYA"

18-21 Şubat tarihlerinde Sakarya’da gerçekleşen 15. Gençlik Konseyi; Toplum Gönüllüleri Hareketi için çok önemli bir uğrağı temsil ediyor. Salt toplum hizmeti çalışmalarının ötesinde, toplumsal barış vizyonu için temel sacayaklarını oluşturan farklılıklara saygı, demokratik katılım, insan-doğa ilişkisi, toplumsal cinsiyet gibi alanlarda ortaya konan çalışmalar, TOG içinde çok önemli bir dönemece işaret ediyor. Bu yazıda 15. Gençlik Konseyi’ni; Toplum Gönüllüleri Hareketi’nin ulaştığı toplamı güçlü bir pratikle somuta döktüğü ve birçok yeninin denendiği bir konsey olarak yorumlamaya ve bunun gerekçelerini anlatmaya çalışacağım.

Hareketlilik Aynı Zamanda Etkin Bir Katılım Örneğidir

15. Gençlik Konseyi için Türkiye’nin dört bir yanından 92 toplum gönüllüleri topluluğu/kulübünden toplam 165 temsilci, TOG Ofis’in tüm profesyonel çalışanları, yönetim kurulu üyeleri, gönüllü saha sorumluları, mor düşün ekipleri, Tema Koordinasyon Ekibi üyeleri, Gençlik Eylem Grubu üyeleri, atölye gerçekleştiricileri ve korsan katılımcılar olmak üzere 400’ün üzerinde kişi biraraya geldi.

TOG’un ulusal düzeydeki en büyük hareketlilik projesi olan Gençlik Konseyi, tarihinin en büyük ve aynı zamanda en heterojen katılımlı etkinliğini gerçekleştirdi. Gençlerin ulusal düzeydeki sosyal hareketlilikleri ile ortaya çıkan böylesi güçlü bir katılım örneği; doğal olarak beraberinde çok büyük bir sosyal sermaye paylaşım alanı da yarattı.

Büyük hacimli ve etkin bir katılım örneği olarak 15. Gençlik Konseyi, aynı zamanda Toplum Gönüllüleri Hareketi’nin toplumsal barış vizyonunu destekleyen büyük bir paylaşım alanı oldu.

15. Gençlik Konseyi Toplumsal Barış Vizyonunu Kuşatıcı Bir Renk Cümbüşüne Sahne Oldu

Konsey, belki de tarihinde ilk defa bu kadar yoğun katılımlı ve aynı zamanda toplumsal barış vizyonunu bu derece geniş çapta besleyen bir uygulamalar bütününe sahne oldu. Toplumsal barışı tüm düzeylerde yansıtan alt grup çalışmalarıyla çok bütünlüklü bir barış imgesi oluşturulmaya çalışıldı. Toplumsal barışı besleyen temel kurucu dinamiklerin neredeyse tamamına yer verilmişti. Bunları başlıklar altında sunmak gerekirse:

  • Farklılıklara saygı

Toplum Gönüllüleri Hareketi’nin kurucu ilkesi olan farklıklara saygı, konseyin gerçekleştiği 4 gün boyunca her yerde konuşulan, yaşanılan, hissedilen bir gerçeklik olarak karşımızda duruyordu. Hak temelli bütün atölyelerin de odağında bu ilke vardı. Özellikle farklı cinsel yönelimdeki kimlikler atölyelerle desteklendi ve bütün farklılıkların biraradalığına vurgu yapıldı.

Eşcinsellikle İlgili Sıkça Sorulan Sorular ve Cevapları”, “LBGTT’ler Burada, Ya Sen?..” gibi farklı cinsel yönelimlerle ilgili atölyelerde ve Kıyıya Vuran Tahta Valiz”, “SınırSizsiniz” gibi mültecilerin uğradığı ayrımcılıklara dikkat çeken atölyelerle farklılıklara saygı ilkesinin hayati önemine dikkat çekildi.

  • Toplumsal cinsiyet

Daha öncesinde “Toplumsal Cinsiyet ve Cinsel Yönelimler Tematik Eğitimi” ile TOG’un gündemine giren ve “Mor Düşün Projesi” ile daha da yaygınlaşan toplumsal cinsiyet mevzusu konseye damgasını vuran konuların başında geliyordu. Özellikle YK aday adayları başvuru sürecinde kadın katılımın çok düşük olması sonrasında başlayan tartışmaların da odağında yer alan toplumsal cinsiyet, konsey süresince atölyelerde ve Toplumsal Cinsiyet başlıklı panelde çok derinlemesine konuşulan bir konu oldu. Ayrıca Mor Düşün ekiplerinin konsey süresince tüm etkinlikleri toplumsal cinsiyet bağlamında izlemesi ve sonuçları açık alanlarda paylaşması da dikkat çekiciydi. Gençlerin katılımı teması ile ilişkilendirilen ve kadın katılımı vurgusu üzerinden tartışılan toplumsal cinsiyetin gelecek dönemlerde TOG içinde daha yoğun konuşulacağı ve bu alan dair duyarlılığın daha da artacağını umuyorum.

Ayrıca “Katılan (K)adın Nerde?” atölyesinin bir çıktısı olarak 8 Mart etkinliklerinin tasarlanması, açık alanlarda konunun olgunlaştırılmasına devam edilmesi ve birçok örgütlenme temsilcisinin bunu sahiplenip kendi yereline taşıma kararı alması da; gençlerin katılımı ve toplumsal cinsiyetin kesiştiği önemli bir süreci tetikledi.

  • İnsan-doğa ilişkisi, çevre sorunları ve ekoloji

Toplumsal barışın tesisi için en temel konulardan birisi de insan-doğa ve diğer canlılar ilişkisi. Konseyde “Siz Çemberin Neresindesiniz?”, “Naylonumsu Dünya”, Hayatı Poşetleme!” ve “Hayvan İstismarı” gibi atölyelerle bu ilişkinin sorgulandığı, çevre sorunlarının konuşulduğu ve ekolojik krize odaklanıldığı tartışmalar yürütüldü. “Siz Çemberin Neresindesiniz?” Başlıklı atölyede bir kültür mirası olarak Hasankeyf’in sular altında kalması sorunu tartışıldı. “Hayatı Poşetleme!” atölyesinde ise plastik atıkların doğaya verdiği zararlar konuşuldu ve poşet kullanımını azaltan örnek bir model projenin tanıtımı yapılarak bu alana dair iyi örneklerin çoğaltılması istemi dile getirildi. Böylece toplumsal barışın önemli bileşenlerinden birisi olan insan-doğa ilişkisine da dair bir dikkat çekme durumu yaşandı.

  • Gençlerin demokratik katılımı

Yılın teması olarak devam eden gençlerin katılımı konusu konseyin her alanında hissedilen bir şeydi. “Hakkımız Sağlık”, “Gencim, nerede duruyorum?”, “Kamyon Arkası Eylemler”, “Women Participation (Kadın katılımı)”, “Katılan (K)adın Nerde?” gibi atölye çalışmaları, Tema Koordinasyon Ekibi’nin tema sürecine dair sunumları ve konsey süresince gerçekleşen video çekimleri; gençlerin demokratik katılımına dikkat çeken ve gençleri katılım konusunda güdüleyen çalışmalardı. Özellikle katılım konusunda, kadınların katılımının sorgulandığı atölyeler dikkat çekiciydi.

Ayrıca 14. Gençlik Konseyi’nin bir çıktısı olarak 15. Konseye taşınan Alternatif Gençlik Haftası’nın tanıtılması ve yaygınlaştırılması konulu “Bir Yıl Kaç Hafta?” isimli atölye de, gençlerin katılımını destekleyen önemli bir çalışma oldu.

Gençlerin Yönetimsel Düzeyde Katılımın Etkin Aracı: YK Sıralaması

15. Gençlik Konseyi’nin en önemli alt gündemlerinden birisi de gençlerin yönetimsel düzeyde katılımın somut örneği olan YK sıralamasıydı. Nitekim konsey ön kitapçığında yönetim kurulu başkanı İbrahim Betil ve yönetim kurulu üyesi Aslı Kırbaş da özellikle buna vurgu yapmışlardı.

TOG içinde en etkin katılım mekanizmalarından birisi olan YK sıralaması, 92 örgütlenmeden 165 temsilcinin Mütevelli Heyet’e önereceği 8 kişilik bir listeyi sıralaması sürecinden oluşuyor. 14 aday adayı içinde sadece 2 kadın adayın olması üzerinden kadın katılımı ve toplumsal cinsiyetin de yoğun bir şekilde konuşulmasını sağlayan YK süreci; gençlerin yönetimsel düzeyde katılımının önemi ve özellikle kadın katılımının güçlendirilmesi gibi konularda konseyin gündemini belirleyen bir etki yarattı.

Son olarak sıralamanın ilk defa internet üzerinden online bir şekilde yapılması ve sonuçların çok hızlıca tüm katılımcılar önünde şeffaf bir şekilde açıklanması da, konseyin en önemli yeniliklerinden biriydi

TOG dışı atölyeler: Sivil toplum kuruluşları arasında köprüler kurmak

Bu konseyin ayırt edici bir diğer özelliği ise ilk defa bu kadar yoğun şekilde TOG dışında çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çok sayıda atölye çalışması ile konseye katılması oldu. LGBTT Hareketi, Gençlik İstihdam Derneği, İstanbul 2010 AKB Gönüllü Programı, Kaos GL, Mülteci-Der gibi hak temelli çalışan oluşumların çeşitli atölyelerle katıldıkları oturumlar büyük bir karşılaşma alanı sağladı. Bunun iki açıdan ciddi katkılar sunan bir süreç olduğunu düşünüyorum. Birincisi, TOG dışından farklı sivil toplum örgütlerinin çeşitli alanlardaki çalışmaları ile tanışma, onların bakış açılarını gözlemleme ve onlarla yeni bağlar geliştirme anlamında ortaya çıkan fırsatlardı. Bir diğer önemli nokta ise toplumsal barışın inşası için çalışan farklı sivil toplum kuruluşlarının biraraya gelerek ortak bir paydada buluşması ve mücadelelerini ortaklaştırması idi. Bunun hem TOG’un daha fazla tanınması, hem de TOG dışı sivil kuruluşlarla daha fazla işbirliği geliştirilmesi imkânlarını çoğaltma anlamında çok önemli olduğuna inanıyorum.

İlham Veren Sivil Hareketler

Konseyin en verimli oturumlarından birisi de iki toplum gönüllüsü arkadaşımızın uzun süreli çabalar sonrasında bizlere sunduğu “Sivil Hareketler” çalışması idi. Dünyada ve Türkiye’de gerçekleşen ses getirmiş sivil hareketlerin hikâyelerinin paylaşıldığı oturum; TOG’un hak temelli çalışmaları ve savunuculuk politikaları açısında ilham veren bir etki yarattı. Nitekim Küresel ısınma konusunda kitaplarıyla ünlü Bill McKibben tarafından başlatılan 350 hareketinin de sunulduğu oturumda; 350 sivil hareketi öylesine bir çarpan etkisi yarattı ki, birkaç toplum gönüllüsü genç öncülüğünde konsey alanında tüm katılımcılar tarafından pratike edildi.

350 hareketi, küresel ısınmayı durdurmak için başladı. Temel hedefi, atmosferdeki karbondioksit oranını 350 ppm'de tutabilmek. Sakarya'dan gelen destek 350 hareketinin sitesinde şu sözlerle yer aldı: "Daha önce Sakarya ile ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Ama Toplum Gönüllüleri Vakfı'ndan 350'yi aşkın kişi biraraya gelerek bu fotoğrafı oluşturdular... Sakarya’daki gençlerle çalışmalarımıza devam etmeyi dört gözle bekliyoruz..."

Açık alanlar

Bütün bunlar dışında 3 gün boyunca akşam saatlerinde konseye katılan yaklaşık 400 kişi kendi istedikleri açık alanlara katılma olanağı elde ettiler. Hak temelli konulardan, kültür-sanata, futboldan demokratik açılıma bir dizi başlıkta gerçekleşen açık alanlar da, toplumsal barışa değen içerikleri ile konseyin konseptini besleyen bir işlev gördü.

Kültür-sanatın “genç” kipi

Konseyde birçok alanda atölyeler, paneller, açık alanlar yapılırken; kültürel-sanatsal faaliyetler de yok değildi. Birçok skeç, performans çalışması, dinleti, dans ve tiyatro etkinliği de gerçekleşti. Konsey ekibinin hazırladığı çalışmaların odağında çoğu defa yine gençler vardı. Toplumsal cinsiyet, katılım, gençlik politikaları gibi kavramların sorgulandığı etkinlikler, konseyin son gününde doğaçlama tiyatronun tanınmış örneklerinden Sürç-ü Lisan ile sonlandı.

Sonsöz

Sonuç olarak Sakarya’da gerçekleşen 15. Gençlik Konseyi, TOG konsey tarihinin bütün tecrübeleri üzerine kurulan ve toplumsal barış vizyonunun en yoğun şekilde pratike edildiği mükemmel bir alan oldu. Konsey tarihinin en yoğun katılımının yaşandığı ve tematik çeşitlilik olarak da en zengin sayılabilecek paylaşım alanı unvanını kazanmayı hak ediyor bu konsey diye düşünüyorum.

Gençlerin katılımı ve sosyal hareketlilik bağlamında toplumsal barışın inşa alanlarının en önemlisini oluşturan 15. Gençlik Konseyi nasıl ki Samsun’da 14. Gençlik konseyi ve daha öncekilerin deneyimleri üzerine kurulmuşsa, yarattığı tecrübe de, 16. Gençlik Konseyi’ne ilham verecek ve daha iyisinin gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır.

Konsey için aylarca yılmadan emek veren organizasyon ekibine, konsey içerik ekibine, ofis çalışanlarına, saha sorumlularına, tema koordinasyon ekibine, mor düşün ekibine, konseye katılan örgütlenme temsilcilerine ve emeği geçen diğer herkese bize böylesi mükemmel bir paylaşım alanı sağladıkları için çok teşekkür ederim

Gençlerin Katılımı Başlangıç Atölyesi'ni Malatya'da Gerçekleştirdik

28 Şubat 2010 tarihinde, İnönü TOG’dan 26 genç gönüllünün katılımı ile birlikte Gençlerin Katılımı başlangıç atölyesini düzenledik. Benim tarafımdan tasarlanan ve uygulanan; gönüllü saha sorumluları Ersoy Erdoğan ve Berçem Çetin tarafından desteklenen atölye yaklaşık 4 saat sürdü.

TOG’da ikinci defa yılın teması seçilen “gençlerin katılımı konusunda toplum gönüllüsü gençlerin bilgilendirilmesi ve farkındalıklarının artırılmasını ve Tema Koordinasyon Ekibi tarafından sunulan “Gençlerin Katılımı Atölyesi”ne yönelik talep yaratmayı hedefleyen başlangıç atölyesi; teorik sunumlar ve uygulamalı etkinliklerden oluşuyor.

Atölye kapsamında ilk başta “genç”, “gençlik”, “katılım”, “gençlerin katılımı” gibi kavramlar üzerinde ayrıntılı tartışmalar yürütüldü. Katılımcıların bu kavramlar üzerine düşünmesi sağlandı. Daha sonra iseRoger Hart’ın katılım merdiveni modeli, gençlerin katılımı ile ilgili farklı yaklaşımlar, farklı katılım tipleri, sosyal medya-hareketlilik ve katılım ilişkisi, katılımın toplumsal cinsiyet boyutu ve TOG içinde gençlerin katılım mekanizmaları gibi konularda ayrıntılı bilgiler verildi.

Atölye sonunda ise uygulamalı aktivitelerle Tema Koordinasyon Ekibi’nin gerçekleştirdiği çalışmalar ile ilgili bilgiler verildi. Gençlik Eylem Grubu, Ulusal Gençlik Pasosu İstiyoruz Hareketi, Alternatif Gençlik Haftası Etkinlikleri, Sokak Güzeldir Çalışması ve Gençlerin Katılımı Atölyesi üzerine ayrıntılı konuşuldu.

Atölyeyi diğer örgütlenmelerde de yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Atölyeyi talep etmek ya da içerik ile ilgili her türlü dokümana ulaşmak için oskizama@gmail.com adresinden bana mail atmanız yeterli.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Farklılıkların Katılımı ve Hareketliliğin Dönüştürücü Aktivizmi Ekseninde Kulp TOG Modeli

Bu yazının amacı; gençlerin toplumsal düzeyde katılımını odağına alan Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın üniversite dışı gençlik kategorilerini dâhil etme olanaklarını tartışmak ve TOG içerisinde ilk üniversite dışı gençlik örgütlenmesi olan Kulp TOG modelini tanıtarak, bu modelin yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmaktır.

Yazı üç temel başlık altında geliştirilecektir. Birinci bölümde, Kulp TOG’un kuruluş serüveni ve gerçekleştirdiği çalışmalar anlatılacak; ikinci bölümde üniversite dışı bir TOG örgütlenmesi olarak Kulp TOG modelinin olumlu/olumsuz boyutları konuşulacak ve en son bölümde ise modelin yaygınlaştırılması için neler yapılabileceğine dair öneriler paylaşılacaktır.

I. Kulp TOG Hikâyesi

Kulp TOG’un kuruluş hikâyesi Ağustos 2008’de Sabancı Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Programı ile Citibank ortaklığında gerçekleşen ortak staj programı kapsamında Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda staj yaptığım zamanlardan başlıyor. Daha öncesinde sosyal haklar eğitmeni olarak dahil olduğum TOG’un merkez ofisindeki projeler departmanında staj yaptığım süreçte vakfın iç işleyişini ve ulusaldaki toplum hizmeti çalışmalarını daha yakından izleme fırsatım oldu. Bu süreçte vakıftaki şeffaf ve genç odaklı sosyalite ilişkileri, vakfa dair daha güçlü ve samimi duygular geliştirmeme neden oldu. Vakfın ulusaldaki örgütlenmelerine baktığımda tamamının üniversiteler düzeyinde oluşumlar olduğunu fark ettim. Kulp’ta 2005 yılından beri çalışmalarını devam ettiren Kulp Gençlik Girişimi üyesi olarak, mevcut örgütlü yapımızı TOG’un toplumsal barış vizyonuna kanalize etmek ve bu şekilde de üniversitede okuyan gençlerin dışında da gençlerin TOG’a dahil edilmesini sağlamanın birçok açıdan önemli sonuçlar doğurabileceğini düşünmeye başladım. Bu düşüncelerimi departmandaki profesyonel çalışan arkadaşlarla da paylaştığımda; böylesi bir girişimin heyecan verici olacağını, bunu başarabileceksek mutlaka gerçekleştirmek gerektiğini belirttiler.

Kulp TOG’u Kurmayı Konuşuyoruz

Böylesi bir motivasyonla staj dönüşü Kulp’a geldiğim Eylül ayından Ekim sonlarına kadar Kulp Gençlik Girişimi oluşumunda yer alan arkadaşlarla birlikte bu fikri uzun süre tartıştık. En son onları da böylesi bir oluşumun yereldeki çalışmalarımıza çok katkı sağlayacağı konusunda ikna etmeyi başardım.

Kasım 2008’de Kulp TOG oluşumuna gönül veren genç arkadaşlarla birlikte ilk oryantasyon eğitimimizi aldık ve Kulp TOG adıyla kurulan üniversite dışı ilk gençlik örgütlenmemizi harekete geçirmeye başladık. Başlarkenki en önemli avantajımız, Kulp gençlik Girişimi’nin 3 yıllık proje deneyiminin yarattığı motivasyondu. Bu nedenle başladığımız anda bile yirmiye yakın gönüllümüz zaten vardı.

Oryantasyon eğitiminden sonra hemen anahtar eğitimlerini alan 40 kişilik ilk gönüllü ekip toplum hizmeti çalışmalarına hızlıca başladı. Bu ilk Kulp TOG ekibinin içinde genç öğretmenler, lise öğrencileri, lise mezunları, ilkokul-ortaokul mezunları, üniversite mezunları, hiç okul okumamış veya okuldan terk gençler, mezun olup evde yaşamak zorunda kalan ya da çalışan gençler vardı. Yani aslında Kulp TOG’u oluşturan ilk ekip neredeyse ülkedeki bütün gençlik hallerini kuşatan içinde barındırıyordu.

Kulp TOG’un ilk toplum hizmeti çalışması, kaymakamlık desteği ile yeni açılan devlet hastanesinin bahçesini ağaçlandırmak oldu. Yaklaşık 50-60 gencin dahil olduğu ve ilçe kaymakamının da katıldığı etkinlik kapsamında hastane bahçesinin tamamına çam fidanları dikildi. TOG tişörtleri ile ilk toplum hizmeti çalışmalarını gerçekleştiren Kulp TOG ekibi böylece kamusal alandaki görünürlüğünü de sağlamış oldu. Bu çalışmanın en önemli katkısı yeni kurulan ve toplum hizmeti çalışmalarının gerçekleştirilmesi konusunda henüz net bir fikre sahip olmayan gönüllü gençlerin ilk somut sosyal sorumluluk aktivitesine katılmalarını yarattığı ekip ruhu oldu.

Kup TOG mayıs ayında yine kaymakamlık ve belediye desteği ile; Mardin’de ilki gerçekleşen GapGenç Festival’e 35 kişilik bir ekiple katıldı. Bu, gönüllü gençlerin ilk sosyal hareketlilik deneyimleri oldu. Festival alanında çadır kuran, atölye ve konserlere katılan, fuar alanında diğer gençlik sivil kuruluşlarının stantlarını gezip yeni gençlerle tanışan gönüllüler; gençlik sivil alanına dair yepyeni ufuklarla döndüler ilçeye. Özellikle bu festival sonrası gerçekleşen ilk toplantıda, gençlerin büyük bir çoğunluğu atak ya da dönemsel yapmak için fikirler üretmeye başladılar.

Sonrasında kitap okuyoruz etkinliği, dünya çevre gününde çevre eylemi, Yakıt Köyü ilköğretim okuluna destek ziyareti, Ağaçlı beldesine ziyaret gibi çeşitli sosyal sorumluluk etkinlikleri ile devam eden çalışmalarla ilçede daha fazla duyulan ve tanınan bir topluluğa dönüştü Kulp TOG.

Haziran başına kadar yukarıdakiler dışında, aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi Gençlik Konseyi ile birlikte sekiz derslikli Kayahan İlköğretim Okulu’nda kütüphane kurulması projesini yürüttü ve internet üzerinden yürütülen “Kardeşini Seç” kampanyasının Kulp ayağını üstlendi.

Haziran ortalarında ise uzun süredir gönüllüler tarafından konuşulan ve arzu edilen ilk yerel TOG atak gerçekleştirildi. İlçe merkezine 30 km uzaklıkta bulunan sekiz derslikli Başbuğ Köyü İlköğretim Okulu’na giden 40 genç; akşama kadar okulun boya-badanası ve çevre düzenlemesini yaptılar. Akşam ise okul son sınıf öğrencilerinin organize ettiği yılsonu etkinliğine katılıp, kendi tiyatro ve müzik dinletilerini de sunma fırsatı yakaladılar.

Dönemsel Yapıyoruz!

Eğitim-öğretim dönemini bu şekilde bitiren Kulp TOG; ağustos ayında ise Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitimi Merkezi ile birlikte, 10-20 Ağustos tarihlerinde ilçe merkezinde “Barış Bireyde Başlar” isimli dönemsel yaz projesini gerçekleştirdi. Türkiye’nin farklı üniversitelerinden gelen 20 gençler birlikte, 10 gün boyunca yaklaşık 60 öğrenciye barış eğitimi verildi ve ayrıca müzik, drama, bilim ve teknoloji, yazı ve iletişim, yabancı dil ve kültürler gibi atölye çalışmaları gerçekleştirildi. Dönemselin en önemli boyutu ilk defa üniversite öğrencileri ile Kulp TOG’daki gençlerin bir araya gelmesi, ortak bir projede yer almasıydı.

Proje kapsamında düzenlenen atölyeler dışında, aynı zamanda Kulp TOG gençleri ile dışardan gelen bu gönüllü arkadaşlar arasında çok yoğun bir sosyalleşme deneyimi yaşandı. Kişisel anlatılar üzerinden kurulan iletişim, çok samimi ve derinlikli paylaşımlara alan açtır. Kulp'ta gezintiler, halı saha maçı, şarkı-şiir okumaca, fal bakmaca, sosyoloji-edebiyat-psikoloji-teknoloji vb disiplinler üzerine konuşmaca, kişisel hayat hikayelerinin aktarımı üzerinden kültürlerarası diyalog olanaklarını çoğaltmaca gibi birçok sosyalleşme dinamiği yaşandı.

Barış Eğitimi

Ayrıca son olarak Kulp TOG gönüllüsü 35 genç, Aralık ayında Boğaziçi üniversitesi Barış Eğitimi Merkezi’nden eğitmenlerin desteği ile 2 günlük “Barış Eğitimi” atölyesine katıldılar.

Bunlar dışında ulusalda gerçekleşen atak, dönemsel, konsey ve eğitimelre de birçok Kulp TOG gönüllüsü genç gitti.

II. Kulp TOG: Artılar, Eksiler…

Henüz bir yıllık bir örgütlenme olmasına ve üniversite dışı gençlik grupları tarafından oluşmasına rağmen; kısa sürede ciddi çalışmalar gerçekleştiren Kulp TOG’un yereldeki artı ve eksilerini tartışacağım bu bölümde. Kulp TOG’un artılarını sıralamak gerekirse:

-Yereldeki gençliğin demokratik katılımını güçlendirme ve katılımda eşit fırsatlar yaratmada önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.

-Toplumsal barışı inşa etme ve gençleri şiddet dışı demokratik bir zemine taşıma stratejsi olarak gençlik çalışması ve sivil toplumun Kulp TOG modelinde somutlaştığını düşünüyorum.

-Farklı gençlik kategorilerini ortak amaçlar üretmek için bir araya getirmede çok başarılı olduğuna inanıyorum.

-Toplumsal barışı tesis etmede diyaloga çağıran ve öteki’yi deneyimleyen güçlü bir karşılaşma olarak hareketliliğin sağlanması. Dezavantajlı gençlerin sosyal hareketlilik olanaklarını çoğaltmada büyük bir fırsat yarattığını düşünüyorum. Özellikle çeşitli atak, dönemsel, eğitim ve konseylere gençlerin katılımı ve yerldeki dönemsele ulusaldan gençleirn gelmesi gibi.

-Gençlerin boş zaman değerlendirmeleri, sosyal ifade alanı üretimi, kamusal alanda görünürlüklerinin artırılmasıyla yerellerde bir “genç” habitusunun oluşması.

-Yerellerdeki kısıtlayıcı toplumsal yapının çözülüşünü tetikleyen ve alternatif bir alt-kültür üretimi olarak gençlerin çalışmaları ve kimliklenmeleri sürecini desteklemesi.

Kulp TOG deneyimi üzerinden konuşacak olursak, TOG kapsamında üniversite dışı gençlik gruplarının oluşturduğu örgütlenmelerde çeşitli sıkıntılar da yaşanmaktadır. Bunları da sıralamak gerekirse:

-En temel sorunların başında yasal engeller geliyor. Vakfın yerel örgütlenmeler ile kurduğu yasal ilişki, üniversitelerde kulüp veya topluluk şeklinde işlerken, Kulp TOG gibi üniversite dışı örgütlenmelerde tamamen informal işliyor. Bu durum da doğal olarak örgütlenmenin yasal süreçlerde ciddi zorluklar yaşamasına neden oluyor. Bu sorunu aşmanın en kolay yolu TOG’un dernekleşemsi ve yerel örgütlenmelerin de şube/temsilcilik düzeyinde işlemesi olabilir.

- Yukarıda bahsettiğimiz yasal engellere bağlı olarak yaşanan bir diğer önemli sorun da; ün,versite dışından biraraya gelen gençlerin ülkedeki klasik “potansiyel tehdit” algılamasında daha da fazla yer etmeleri. Zaten ülkede genç olarak biraraya gelmek çok zorken, bir de “vasıfsız” gençler olarak biraraya gelmek daha büyük bir “tehlike” unsuru olarak algılanıyor.

-Kulp TOG gibi örgütlenmelerin hak temelli eğitimler dışında, üniversite öğrencilerinden farklı olarak kendi yaşantıları ve deneyimledikleri farklı yaşam kipleri bağlamında daha başka birtakım eğitim ve projelere de ihtiyacı olabiliyor.

-Yerelde kaynak yaratma konusunda da ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor. Örgütlenmenin herhangi bir yasal zemine dayanmıyor oluşu en temel etkenlerden birisi.

-Kulp TOG gibi örgütlenmelerde yaşanan en tmeel sıkıntılardan bir diğeri de biraraya gelememek. Çünkü gençlerin toplanacağı, ortak paylaşımlarda bulunacağı yer sorunu var ve özellikle Kulp gibi küçük yerellerde gençlik merkezi vb yapılar da olmadığı için bu konuda büyük zorluklar yaşanabiliyor. Örneğin Kulp TOG olarak toplantılarımızı yaz döneminde kahve bahçesinde, kışın ise pastanede yapıyoruz. Ayrıca eğitimlerimizi de ilçedeki tek kafenin salonunda yapıyoruz.

-Kulp TOG üyesi gençlerde bilgi ve internet teknolojilerinin fazla kullanılmaması da; iletişim ve sosyal etkileşim olanaklarını sınırlayan bir etken.

-Son olarak da eğitim düzeyi ile toplumsal hayat katılım arasındaki doğrusal ilişkinin yarattığı etkiye bağlı olarak katılımın düşüklüğü de bir diğer önemli sorun.

III. Üniversite Dışı Gençliğin Katılımını Sağlamada Örnek Bir Model: Kulp TOG

Türkiye'deki 91 tane TOG örgütlenmesi arasında ilk üniversite dışı gençlik örgütlenmesi olan Kulp TOG'un kısa süre içerisinde gerçekleştirdiği çalışmalar herkesi çok heyecanlandırıyor.

Her yerde sosyal sorumluluk temelinde birşeyler ortaya koymaya çalışan harika yürekler var. Sanırım bizim ilk yapmamız gereken şey, ülkenin her yerinde böylesi öncelikleri olan bireylerle biraraya gelmenin olanaklarını çoğaltmaya çalışmak olmalı. Biraraya geldikçe, fikir ve önceliklerimiz ortaklaştırdıkça, birbirimizin hakikatine yol aldıkça daha daha güzel şeyler çıkacak ortaya. Diyalog temelinde kurulacak her ilişkinin, yaratıcı ve üretken çıktıları olacaktır, inanıyorum..


Bu tür örgütlenmeler çoğaldıkça, hareketliliğin, yeni bireylerle tanışmanın ve ağ tipi ilişkilenmeler üzerinden çok güzel birlikteliklerin gerçekleştirilebileceğini apaçık bir şekilde görebiliyorum.

Bu nedenle de farklı gençlik hallerinden gelen gençlerin biraraya gelmesi, toplumsal barış vizyonunun ortaklaştırıcı paydasında buluşması için TOG’un üniversite dışına da açılması ve daha kuşatıcı alanlar yaratması gerektiğine inanıyorum.

Kulp TOG modelinin yaygınlaştırılması ve farklılıkların katılımının güçlendirilmesi için herkesin üniversite dışı gençlik gruplarının TOG’a dahil olmasına katkıda bulunması gerekiyor. Bunun için de çeitli politika önerilerinin geliştirilmesine, ortak bir akıl üretilmesine ihtiyacımız var şimdilerde…

14 Ocak 2010 Perşembe

Katılımın Cinsiyeti-II

Daha önce yazdığım “Katılımın Cinsiyeti” başlıklı yazıya ek olarak; ileriki dönemlerde TOG içerisinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlaması ve katılım mekanizmalarına dahil olunmada eşit fırsatlar oluşturulması için çeşitli önerilerde bulunmak istiyorum.

Öneriler ile ilgili ayrıntılı açıklamalara girmekten ziyade, başlık düzeyinde kısaca bahsedeceğim. Amaç konuya dair son noktayı koymak değil, tamamen tartışılmasını ve gündemleştirilmesini sağlamaktır.

I. TOG içi toplumsal cinsiyet haritasının çıkarılması gerekiyor. GASİ departmanı TOG içindeki toplumsal cinsiyet algısı ve katılımın cinsiyetle ilişkisini ortaya çıkartacak bir ulusal araştırma gerçekleştirmeli.

II. TOG’un mevcut eğitim/proje vb çalışmaları toplumsal cinsiyet açısından gözden geçirilmeli.

III. Ulusal düzeyde bir “Gençlik Çalışmalarında Toplumsal Cinsiyet ve Katılım” çalıştayı düzenlenmeli.

IV. TOG “Toplumsal Cinsiyet ve Katılım Eylem Planı" hazırlanmalı.

V. Çeşitli atak/dönemsel/ssp/eğitim/kampanya vb araçlarla toplumsal cinsiyet farkındalığına yönelik bilinç yükseltici çalışmalar yapılmalı.

VI. Toplum gönüllüsü gençler arasında Kota Sistemi ile ilgili Ulusal düzeyde bir referandum yapılmalı.

VII. Mevcut tema olan “katılım”, “Katılım ve Toplumsal Cinsiyet” veya “Katılımın Cinsiyeti” olarak değiştirilmeli/güçlendirilmeli.

VIII. Toplumsal Cinsiyet isimli bir ulusal eğitim programı geliştirilmeli ve TOG kimlik kartını almak için anahtar eğitimlerinin yanında; bu eğitimi de almak zorunlu olmalı. Bu şekilde bütün örgütlenmelerin bu eğitimi alması sağlanabilir.

IX. Dünya genelindeki gençlik sivil toplum kuruluşları incelenerek, toplumsal cinsiyet ve katılım ile ilgili örnek uygulamaların modellenmesi için çalışmalar yürütülmeli.

10 Ocak 2010 Pazar

Katılımın Cinsiyeti-I

TOG’da ikinci defa “yılın teması” olarak devam ettirilen “gençliğin katılımı” ile ilgili yoğun çalışmalar devam ediyorken; 2010 YK seçimleri öncesi aday adayı olan 14 gönüllüden sadece ikisinin kadın olması mail grupları ve sosyal medya araçları üzerinden değişik tartışmaları da beraberinde getirdi.

Öncelikle YK adaylığı konusundaki kadın katılımının çok düşük olmasının üzücü ve TOG açısından belki de şaşırtıcı olduğunu düşünmekle beraber; bu durumun katılıma ve özellikle katılımın cinsiyetine dair büyük bir paylaşım/tartışmayı da beraberinde getireceğini umuyorum.
Yılın teması olarak seçilen gençliğin katılımı olgusu; gençlerin toplumsal düzeyde kendilerini ilgilendiren tüm alanlara ve karar alma mekanizmalarına katılımını ifade ediyor. Bu nedenle de tüm değişik bağlamlardaki katılım süreçleri üzerine konuşmak ve TOG’un gençliğin katılımını destekleyen politikasına bütüncül bir şekilde bakmak gerekiyor.

Yönetim Kurulu adaylığı için başvuranların içinde kadın adayları oranının % 14 düzeyinde olması gerçeği, kendi başına çok üzücü bir sonuca işaret ediyor. Fakat katılım mevzusunun sadece bu gösterge üzerinden tartışılmaması; TOG içindeki farklı katılım mekanizmalarındaki kadın katılımının incelenmesi üzerinden ‘katılımın cinsiyeti’nin araştırılması gerekiyor. Bunun için de örneğin toplum gönüllüsü gençler içinde kadın gönüllülerin oranı, örgütlenme koordinatörleri içinde kadın koordinatörlerin oranı, çeşitli sosyal sorumluluk projelerindeki sorumlulukları üstlenmedeki cinsiyet dağılımı gibi birçok göstergenin ayrıntılı olarak çözümlenmesi gerekiyor.
TOG’daki katılım mekanizmalarının sadece YK adaylığından ibaret olmadığını, eğer katılımın cinsiyet boyutu ile ilgili bir şeyler yapmak istiyorsak bunu bütüncül bir bakış açısı ile geliştirmek gerektiğine inanıyorum. Temel sorun, kadınların TOG içinde katılım ve temsiliyet durumunun haritalandırılması ve mevcut katılımın dengesiz olduğunu doğrulayan sonuçlar doğrultusunda çalışmalar yürütülmesi. Bu nedenle de TOG içerisinde yapılan projeler, eğitimler, ataklar, dönemseller vb aktivitelerdeki toplumsal cinsiyet boyutunun iyi incelenmesi, gönüllülerin toplumsal cinsiyet farkındalıklarını artırıcı “Mor Düşün”, “Toplumsal Cinsiyet ve Cinsel Yönelimler Tematik Eğitimi” gibi çalışmaların yaygınlaştırılması ve somut hedefler ortaya konarak o doğrultuda ilerlenmesi gerekiyor.

Katılımın Cinsiyeti
Ayrıca katılımın cinsiyeti olgusu ile ilgili tartışmaların TOG içi gündemle devam edecek olan boyutları mutlaka olmalı, fakat durumun ülke genelindeki fotoğrafına da bakmak ve sorunun derinliğinin de farkına varmak gerekiyor. Örneğin UNDP; dünya ülkelerinin gelişmişlik düzeyini belirlerken toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirme performansı açısından Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Güçlendirme Endeksi (GEM) diye bir ölçe aracı kullanıyor. Sunulan fırsatlardan kadınların yararlanabilme ve kararlara katılabilme düzeyini ölçen GEM’in hesaplanmasında kullanılan üç temel gösterge şunlar:
1. Parlamentodaki kadın oranı
2. Üst karar ve yönetim düzeyindeki (yargı, bürokrasi, iş yönetimi) kadın oranı
3. Mesleki ve teknik işlerde çalışan kadın oranı

Bu bağlamda baktığımızda, Türkiye’de kadın parlamenterler mecliste en yüksek oran olan % 9,1’e 2007 yılı genel seçimlerinde ulaşmışlar. Böylece, 2007 seçimlerinde parlamentoda temsil hakkı kazanan 550 milletvekilinin 50’si kadın oldu. Bu oran, Birleşmiş Milletler tarafından yapılan kadınların parlamentoda temsil oranına ilişkin uluslararası sıralamada bizi daha önce bulunduğumuz 120. sıradan 100. sıraya çekmeye yetti belki, ama Meksika (%25), Pakistan (%20,4), Bulgaristan (%22,1), Yunanistan (%13) ve hatta Afganistan (%27,3) ve Etiyopya’nın (%21,4) çok gerisinde bıraktı. Öyle ki, geldiğimiz nokta 2007 Haziran sonu itibariyle dünya çapındaki parlamento ve senatolardaki ortalama kadın temsilci oranını gösteren %17,3 rakamının dahi çok gerisindeyiz.
Aslında ülkemizde kadının ekonomik ve toplumsal alanlarda ne denli az varlık gösterebildiği ve kamusal alandaki yokluğu göz önünde tutulduğunda, siyasal alandaki bu görünmezliği belki de şaşırtıcı değil.

Nitekim katılım mevzusunun eğitimle de çok ciddi bir ilişkisinin olduğunu görüyoruz. Örneğin Türkiye’de kızlarda okullulaşma oranları ilköğretim düzeyinde %87, üniversite düzeyinde %24 civarındadır. Buradan baktığımızda üniversite düzeyindeki okullaşma oranı % 24 civarında olan kadınların katılım oranlarının da paralelde ya da daha aşağılarda olmasını anlamak kolaylaşıyor. TOG içindeki gönüllülerin cinsiyet oranlarına da bakmakta yarar var aslında.


Bu nedenle de ‘kadınların her düzeydeki katılımı, kendi kaderlerini ellerine alabilmeleri, geleneksel cinsiyet rollerinin değişime uğratılabilmesi ve kadın sorunlarının gündeme taşınabilmesi için çok çok gerekli. Yani aslında, kadınların toplumsal ve ekonomik hayata katılımının yetersizliği, temsil sorununun da en temel ve en yapısal neden’i bence.

Kota ve Pozitif Ayrımcılık Uygulamaları
TOG içinde esnek bir kotalama ve güçlü bir şekilde dillendirilen pozitif ayrımcılık olgusuna baktığımızda; burada da sistemleşmiş bir politikadan bahsetmek zor. Benim bildiğim sadece ulusalda gerçekleşen konsey ve eğitimlerde %50-50 kota ya da %100 kadın destekli pozitif ayrımcılık uygulaması var. Bunun dışında örgütlenme sorumlularının kadın-erkek dengesi sıkça talep edilen bir şey ama bir netliğe bağlanmış durumda değil. Bu nedenle de TOG’un katılımın cinsiyetine dair politikasını somut anlamda netleştirmesi, söylem bazından ve esnek kota-pozitif ayrımcılık boyutundan çıkarıp kesin şartlara bağlaması gerektiğini düşünüyorum.

Bu konudaki önerilerime geçmeden önce kota ve pozitif ayrımcılık uygulamalarının sonuçları ile ilgili birkaç örneği incelemek fikir verme açısında faydalı olabilir belki. ‘Kotaların uygulandıkları yerlerde hızlı ve etkin bir çözüm sağladıkları söylenebilir. Örneğin Güney Afrika'nın 1994’te apartheid (ırk ayrımcılığı) döneminin kapanmasının ardından gerçekleştirdiği ilk demokratik seçimlerde getirdiği kadın kotası, daha önce %3 düzeyinde olan kadın temsilci oranını on yıllık bir dönemde %30’un üzerine çıkarmaya yaradı. Kadınların siyasal katılımının zaten görece yüksek olduğu İskandinav ülkelerinde de siyasal temsilci oranında kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması yönünde bir adım olarak zaman zaman kota uygulanması benimsendi. Aksi yönde çarpıcı bir örnek ise Bangladeş’ten geldi: 2001 yılında kadın kotasının süresinin dolması ve yürürlükten kalkmasının ardından Nisan 2001 seçimlerinde kadın temsilci oranı %10’dan %2’ye düştü. Bu da kadın kotalarının geçici olma özelliği hasebiyle uzun vadeli çözüm yaratma konusundaki yeterliğini sorgulamak için önemli bir gerekçe’. Böylece kota tartışmalarını bu iki sonuç ekseni üzerinden devam ettirmek; mevzunun olumlu-olumsuz sonuçlarını iyi hesap etmek gerekiyor.

Bu konuda benim bir toplum gönüllüsü olarak önerim; TOG’un katılımın cinsiyetine dair eşitlikçi bir boyuta ulaşması için kesinleşmiş, esnek olmayan bir kota uygulamasına geçmesi yönünde. Yani örneğin Yönetim Kurulu’na 8 genç seçilecekse bunların ez az 4 tanesinin mutlaka kadın olmasına yönelik bir kota şartı getirilebilir. Ayrıca TOG bünyesinde gerçekleşen bütün katılım mekanizmalarında kadın-erkek oranının eşitliğini sağlayacak güçlü bir kotalama sistemi getirilmeli.

Son olarak kota olgusunun ancak kısa vadede dengeleyici bir araç olabileceğini düşünüyorum. Uzun vadede eşitlikçi bir katılımın sağlanması için, bütün toplum gönüllüsü gençlere yönelik bilinç yükseltici çalışmaların yürütülmesi gerekiyor. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili yoğun bir gündeme ihtiyacımız var. Katılımın cinsiyetini erkek odaklı olmaktan çıkarmak istiyorsak; TOG bünyesinde yapılan her şeyin toplumsal cinsiyet duyarlılığı ile gerçekleştirilmesi ve bunun en az ilkeler kadar gönüllülerin yüreğinde yer etmesini sağlayıcı çalışmalara ihtiyacımız var.

NOT: Tüm bunlardan bahsediyorken, gençlerin katılımı konusunda erkeklerin de katılımı ile ilgili çok ciddi sorunlar olduğunu unutmuş değilim. Ama sadece YK aday adayları süreci ile gelişen tartışmalardan dolayı katılımın “kadın” boyutu ile ilgili bir şeyler yazmak istedim. Yoksa erkeklerin katılımı ile ilgili de konuşmamız gereken milyon tane şey var…

6 Ocak 2010 Çarşamba

Gençlik ve Katılım

Türkiye özellikle gençlik alanında demografik fırsat penceresi dediğimiz olguya bağlı olarak önemli ayırt edici özelliklere sahiptir. Kendi içinde yaş dilimleri bakımından en geniş kategoriyi oluşturmanın yanı sıra Avrupa Birliği içinde de en büyük genç nüfus dilimine sahip ülke konumundadır. Türkiye’de 15–29 yaş aralığında bulunan genç nüfusun genel nüfusa oranı yaklaşık % 30’dur. Bu oran AB ülkelerinden İngiltere’de % 18,5, Almanya’da % 17,2 ve Fransa’da % 19,4’tür. Bu da Türkiye’nin gençlik alanındaki demografik fırsat olgusunu net olarak ortaya koymaktadır.

Bu demografik fırsat penceresinin üretken sonuçlar yaratması için gençlerin toplumsal alana aktif katılımı gerekmektedir. Yaşamın her alanında aktif yurttaşlık bilinci ile olaylara yaklaşan, sosyal sorumluluk algısı içerisinde kendisinden başlayarak çevresini dönüştürme uğraşı verecek olan gençlerin bu alandaki çabalarının somut göstereni katılım olgusundan geçiyor.


Toplumun özel gereksinimi olan kategorilerinden birisini oluşturan gençlerin katılımı genelde “boş zaman değerlendirme” sorunu olarak algılanmaktadır; ancak gençliğin kendi örgütlerine veya diğer gönüllü projelere katılımının bunun ötesinde gencin kişisel gelişimine yönelik doğrudan aktif yurttaşlık eğitimi işlevi bulunmaktadır. Bu nedenle gençler bu tür etkinliklerde örgün eğitim kurumlarında edinemeyeceği becerileri edinebilmektedirler.


Gençliğin katılımı ile ilgili birçok farklı tanım yapılmasına rağmen, genel olarak bu kavramdan anlaşılan: bireysel ve toplumsal düzlemlerde, gençliğe kendilerini ilgilendiren kararlara katılmak için fırsat verilmesi yoluyla ilgi, güç ve yeteneklerini tanımak ve desteklemektir (Çakı,2007:24-26). Gençliğin katılımı; gençlerin, yine kendilerini etkileyen karar, plan ve kaynaklar üzerinde söz sahibi, sorumlu ve etkili olmasını ve de kontrolü paylaşmalarını sağlayan bir süreçtir. Mevcut iki tür katılım arasında bir ayrım söz konusudur. Sosyal katılım; okuduğunuz okullar, üyesi olduğunuz spor kulüpleri veya çalıştığınız işyeriniz gibi sosyal örgütlerin ve bu örgütlerin aktivitelerini etkilemenizle ilgilidir. Siyasi katılım ise; yerel, bölgesel, ulusal ve uluslar arası politikaları etkilemekle ilgilidir.

Katılımla birlikte ortaya çıkan yetkilendirmeyi ise, toplumda yer almak için gereken kapasiteyi oluşturma süreci olarak tanımlayabiliriz. Gençliğin yetkilendirilmesinden kasıt, karar-alma aşamasında katılımda bulunmaları anlamına gelmektedir. Tabi aynı zamanda, toplumdaki genç kız ve erkeklerin; sağlık, iş ve eğitim gibi olanaklara ve toprak, kredi vb. gibi kaynaklara erişimlerinin sağlanması yoluyla aynı zamanda katılımlarının da sağlanmasıdır. Gençlerin yetkilendirilmesi demek, onlara, kendi hayatlarını etkileyen kararlar alabilmelerini sağlayacak fırsatları sunmak demektir. Gençler pasif değildir, aksine kalkınma ve değişimin savunucusu aktif bireylerdir!

Gençliğin katılım ve yetkilendirilmesi neden bu kadar önemli? Her şeyden önce, bu bir hak! Gençlerin, toplumda etkin olarak yer alma ve kendi hayatlarını ilgilendiren konularda fikirlerini dile getirme hakları vardır. Erken çocukluk döneminde çocuk, sosyal hayata aktif katılımı teşvik eden yurttaşlık temelli hak ve sorumlulukların belirlendiği bir ortamda büyümüşse, muhtemelen demokratik sistemi destekleyecek ve toplumsal sorunların çözümüne aktif olarak katılacaktır. (UNDP, 2008:77). Gençlerin toplumda etkin olarak yer alması desteklenirse, hak ve ödevleri konusunda daha bilinçli olacak ve dolayısıyla daha sorumluluk sahibi vatandaşlar olacaklardır. Demokratik, hoşgörülü ve adil toplumlar, önlerine çıkan etkin katılımda bulunma fırsatlarını eğitimleriyle birleştirmeyi başarabilen vatandaşlar vasıtasıyla ayakta dururlar. Bu sebepten katılım, aynı zamanda bir ülkenin geleceğine yapılan yatırımdır.

Katılımın; çalışma hayatına katılım gibi ekonomik, karar alma süreçlerine katılım gibi siyasal, toplum ve çevre faaliyetlerine katılım gibi sosyal ve sanat faaliyetleri, kültürel değerleri üretmede yer alması gibi kültürel boyutları vardır.

Arı Hareketi’nin 1999 yılında, Strateji Mari araştırma kuruluşu ve Uluslar arası Cumhuriyetçiler Enstitüsü’yle birlikte yaptıkları gençlik araştırmasında; gençlerin herhangi bir sivil toplum kuruluşları etkinliklerine davet edilme oranı % 21’di. Toplumsal konularla ilgili STK’lara üye olma oranı % 7,6’ydı. ‘İstanbul Gençliği-STK Üyeliği Bir Fark Yaratıyor mu?’ adlı araştırmada 15-24 yaş arası, eğitim gören 1014 gencin % 11,7’si spor kulüplerine üye, % 13,8’i derneklere/kuruluşlara üye, % 74,5’i hiçbir dernek ve kulübe üye çıkmamaktadır (Akyüz vd,2008). Bu istatistiklerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de gençliğin sivil topluma katılımı noktasında ciddi bir eksiklik görülmektedir. Oysaki toplumsal değişim dinamiklerinin oluşturulması ve üretken bir neslin ortaya çıkmasının temel önkoşullarından biri de gençliğin katılımıdır. Gençlik aktif siyasa alanına katılarak; toplumsal sorunlara çözüm arayan, ülkenin demokratik kalkınmasını destekleyen ve kamusal alanda etkin görünürlük sağlayan bir katılımcı demokrasi ortamı oluşturabilir.

‘İstanbul Gençliği-STK Üyeliği Bir Fark Yaratıyor mu?’ adlı araştırmaya göre, gençlerin STK üyeliği düşük olmakla birlikte, yarısının bir sivil toplum kuruluşuna üye olmayı düşündüğü görülmektedir. Üye olma ile üye olması düşünülen açısından bakıldığında farkın en az olduğu dernek türü, öğrenci kulüp ve dernekleridir. Bu da gençlerin kendi aralarında oluşturdukları örgütlenmelerde kendilerini daha rahat hissettiklerini, karar alma mekanizmalarına katılım anlamında kendilerini daha doğrudan katabildikleri için rağbet ettiklerini görüyoruz (Akyüz vd,2008).

Gençlerin aile kararlarına katılım oranlarının da çok düşük olduğunu görüyoruz. Örneğin UNDP’nin yaptığı Gençliğin Durumu Araştırması’na katılan gençlerin aile içinde hangi televizyon kanalının seyredileceği ile ilgili karara katılım düzeyi % 55, aileyi ilgilendiren ekonomik konulara katılım düzeyi ise % 43 oranında (UNDP, 2008:78).

İçinde yaşadığımız süreçte, iki temel faktör genç kuşakların siyasete aktif katılımını ve etkin aktörler haline gelmelerini engellemektedir. Bunlardan ilki piyasa işleyişinin tek model olarak algılandığı ekonomik yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, ülkedeki yönetsel süreçleri yönlendiren en temel yapı piyasadır. Her şey piyasanın etkin işlemesini sağlamaya yönelik tasarlanmaktadır ve siyasetteki bireyler de piyasa işleyişine göre hareket etmektedir. İkinci temel faktör ise, siyaseti olumsuzlayan 12 Eylül sendromudur (Altındaş,2007:92,Yentürk,2008:73).

1980 sonrası kuşakla ilgili yapılan birçok araştırmanın sonuçlarına baktığımızda gençlerin siyasete ilgisizlikleri ve siyasal katılımlarının düşüklüğü açıkça görülmektedir. 1966’da yapılan ve üniversite gençlerinin siyasi eğilimlerini araştıran bir çalışmaya göre öğrencilerin % 8,1’nin siyasi parti faaliyetlerinde etkin olarak yer aldığı görülür (Ozankaya,1966:127, akt. Caymaz,2008:302).

Oysaki Kentel’in 1999 yılında yayınlanan araştırma sonuçlarına baktığımızda, gençlerin sadece % 3,7’si bir siyasal parti üyesidir. Siyasal partilerin dışında herhangi bir siyasal, sosyal ve kültürel dernek veya gruba üye olanların oranı % 3’tür (Kentel,1999:16). Yine UNDP’nin 2007 yılında yaptığı bir başka araştırmaya katılan gençler içinde de halen bir siyasal partide faaliyet gösterenlerin oranı % 4,7 ve Türkiye’de bir sivil toplum kuruluşu üyesi olanların oranı ise % 4’tür (UNDP, 2008:78).

Ayrıca üniversite gençleri arasında 2003 yılında yapılan Türk Üniversite Gençliği Araştırması’na baktığımızda, üniversite öğrencileri arasında da benzer bir durum olduğunu görüyoruz. Araştırmaya göre, üniversite öğrencilerinin sadece % 1,4’ü boş zamanlarını derneklerde, siyasal partilerde geçirmektedir (Gazi Üniversitesi,2003:85). 2004 yılında İstanbul’da 18-25 yaş arasındaki gençlerle gerçekleştirilen İstanbul Gençliği Gençlik Değerleri Araştırması’nın çıktılarına baktığımızda, gençlerin % 85,1’nin herhangi bir siyasal parti, dernek, kulüp gibi oluşumlara üye olmadığı görülür (Kazgan,2006:51).

Lüküslü’nün Aralık 2000-Mart 2004 tarihleri arasında İstanbul’da yaşayan 18-25 yaş arası 80 gençle yaptığı derinlemesine görüşmelerde, bu genç kuşağın hiçbir şeyle ilgilenmeyen “vurdumduymaz”, “bencil” bir kuşak değil, aksine sorunların farkında olan, sorunlardan rahatsızlık duyan hatta acı çeken gençler olduklarını, fakat siyasete olumsuz bakışlarından dolayı siyasi alanın bir parçası olmamayı seçtiklerini gösteriyor (Lüküslü,2008:291).

Lüküslü, gençliğin siyasete olan ilgisizliğini yorumlarken, bunu sıkça kullanılan şekliyle bir "apolitizm" olarak değil de, sistemin toplumsal kurgulanışındaki güçlü yapıya karşı değiştirici bir etkimede bulunamayacaklarını düşünen ve bu nedenle de aktif siyaset alanına girmek istemeyen gençlerin "zorunlu konformizmi" olarak yorumlar (Lüküslü,2006). Lüküslü'ye göre gençler aslında kendi kişisel ve akran sosyalliklerinde siyasetle ilgili duyarlı, ilgili ve bilgili olmalarına rağmen, siyaset alanını yetişkinlerin iktidar ilişkilerinin "kokuşmuş" düzeni olarak yorumladıkları ve bu alanı kendi özgürlük talepleri lehine dönüştüremeyeceklerine inandıkları için girmemekteler. Ayrıca küreselleşmenin etkisi ile, Türkiye’nin ABD, AB ve IMF tarafından yönetildiğini, hükümetlerin dahi ülkeyi belirli güçlerden çekinerek, tam olarak özgür yönetemediklerini düşünen gençler siyasal alanın bir parçası olmayı istememekte ve Certau'nun "taktik" dediği duruş temelinde, bir uymacılığa, bir zorunlu konformizme yönelmekteler. Yani aslında inanmadıkları, memnun olmadıkları ve hatta kendi kişisel yaşam alanlarını daralttığını düşündükleri bir toplumsallıkta, sanki her şey yolundaymış, siyasetler hiçbir problemleri yokmuş gibi davranarak bir zorunlu konformizm üretmekteler.

Nitekim Metropoll ve Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından Mart 2008'de 16 il ve 26 üniversitede okuyan ve 18-28 arası değişen 1508 üniversite öğrencisi genç ile yapılan "Üniversite Gençliği Araştırması"nda, gençlerin "siyasetle ne derece ilgileniyorsunuz?" sorusuna verilen cevaplara bakıldığında, üniversite gençlerinin yüzde 17,1'nin hiç ilgilenmediği, yüzde 9,5'inin aktif olarak ilgilendiği ve 73,3'ünün ise ilgilendiği ama aktif olmadığı görülüyor. Diğer yandan bir partide politika yapmayı sadece 19,3'ünün düşünmesi, yüzde 66,4'ünün politika yapmaya karşı çıkması ve yüzde 12,7'lik kesimin kararsız olması dikkat çekicidir.

Bu durum aslında Lüküslü'nün tezleriyle de örtüşüyor bence. Siyasetle ilgilenenlerin oranı çok yüksekken, aktif olarak siyaset alanında yer alma oranının bu derece düşük olması, gençlerin var olan siyaset alanına olan güvensizliklerini açıkça ortaya koyuyor.

5 Ocak 2010 Salı

“Genç”, “Gençlik”, “Genç Olmak”, “Gençlik Miti”

Gençlik politikalarının içeriğinin belirlenmesi ve üretilmesi sürecinde, en temel belirleyicilerden birisi gençliğin nasıl kavramsallaştırılacağıdır. Bütüncül ve etkili bir gençlik politikası için gençliğin ne şekilde kavramsallaştırıldığı büyük önem kazanmaktadır. Çünkü gençlik politikalarının geliştirilmesi sürecinde, gençlik kavramının biyolojik ve sosyo-ekonomik boyutlarıyla netleşen çerçevesi oranında, hedef kitleyi doğrudan etkileyen politika önerileri geliştirilebilecektir.

Gençlik üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda, kavram üzerinde anlaşılmış ortak bir tanım bulunmamaktadır. Her ülke veya topluluğun kendi sosyo-ekonomik yapısı, sosyal ve gelişim düzeyine göre farklılaşan gençlik tanımları yapılabilmektedir.

Gençlik üzerine yapılan tanımların bazıları gençleri yaş kategorileri açısından, bazıları ise gençlik döneminin özelliklerine göre bu kavramı ele almaktadır (Eser,2004). Yani aslında “genç”, “gençlik” kavramları biyolojik, psikolojik, sosyolojik vb açılardan ele alınabilmektedir. Kimilerine göre 12-25, kimilerine göre 15-29, kimilerine göre ise 18 yaşında başlayıp 35 yaşına kadar uzanan bir dönem olan gençlik, farklı açılardan farklı perspektiflerde yorumlanmaktadır. Gençlik kavramının tanımı biyolojik, psikolojik ve toplumsal gelişme ölçü alınarak yapıldığı takdirde, biyolojik-psikolojik ve sosyal gelişmelerin her zaman eşzamanlı olmaması nedeniyle gençlik çağının başlangıcı ve bitişi konusunda da net bit sonuca ulaşılamamaktadır. Ancak bütün tanımlamalarda asıl önemli olan gençlerin kendilerini toplumsal aktör olarak görüp görmedikleri ve buna ek olarak da böyle görülüp görülmedikleridir (Çotuksöken,2007).

İki Farklı Bakış Açısı
Türkiye’de gençliği tanımlamak için iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, gençlik deyince “olması gereken”, “ideal” bir gençlik tanımını varsayıyor. Lüküslü, bunu “gençlik miti” olarak tanımlıyor. Yani gençliği aktif, dinamik, girişken, toplumu ileriye götürecek bir kategori olarak ele alan ve alabildiğince olumlayan; gençliği eğitimli olmakla, “aydın” olmakla tanımlayan ve siyasal alanda onu misyon yüklenmiş bir kategori olarak ele alan bu bakış açısı “gençlik miti” olarak tanımlanmaktadır (Lüküslü,2008:288). Nitekim medyadaki “gençlik imajı”na bakıldığında genelde bekâr, sağlıklı, dinamik ve orta sınıf öğrenciler olarak algılanılıyor. Oysaki bugün Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki gençlerin sadece üçte biri öğrencilerden oluşuyor. Çalışan gençler kadar işsiz gençler de mevcut (UNDP,2008).

Gençlik miti olgusu aslında sadece Türkiye’de değil, dünyadaki diğer toplumların da çoğunda yer almaktadır. Ancak ülkemizde bu olgu çok farklı bir tarihsel bağlamda evrilmiş ve kümülatif bir ilerleme ile güçlenmiştir. Özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde başlayan Batılılaşma hareketi sürecinde, batıdaki okullarda eğitim alarak yurda dönen ve “aydın” olarak tanımlanan bir genç kuşak yetişmiştir. Bu kuşağa, imparatorluğu var olan çöküş sürecinden kurtarma misyonu yüklenmiş ve siyasetin etkin aktörleri olarak görülmüşlerdir. Bu anlamda kökleri 19. Yüzyıla dayanan “gençlik miti”nin, Jön Türk kuşağı, daha sonra Osmanlı’nın son kuşağı olan ve Cumhuriyet’i kuran kuşak ve ardından da 1980’lere gelene dek cumhuriyetin tüm kuşakları tarafından benimsenip sürdürüldüğünü görüyoruz (Lüküslü,2008:289).


Bir diğer bakış açısı ise günümüz gençliğinin bu ideal tanımdan ne kadar uzak olduğunu, 1980 ve sonrası gençliğin önceki kuşaklardan ne kadar farklı olduğunu yani bu kuşağın eleştirisini yapıyor (Lüküslü,2008:287). Nitekim 1980 sonrası kuşakta yetişen gençler bu “”gençlik miti” kurgusu üzerinden anlamlandırıldıklarında “apolitik” olarak anlamlandırılmaktadırlar.

Türkiye’de 1980 sonrası genç kuşak birçok farklı tanımlamayla ifade edilmeye çalışılsa da, üzerinde anlaşılan ortak yön, onları olumsuzlayan bir bakış açısının geliştirilmiş olmasıdır. 1980 sonrası gençlik kuşağının daha önceki kuşaklardan en önemi farkı, gençleri siyasal bir kategori olarak anlamlandıran “gençlik miti”ne olan uzaklıkları ile tanımlanmalarıdır. Genelde “12 Eylül’ün çocukları”, “popüler kültür ve tüketimin çocukları”, “vurdumduymaz”, “değerlerini yitirmiş” gibi birçok tanımlamadaki olumsuz tavır, bu dönem gençliğine yönelik geliştirilen bakış açısını ortaya koyuyor (Lüküslü,2008:288).

Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Dünya Bankası’nın çoğu yayınında ise gençlik; insan yaşamının bir evresi, çocukluk döneminden yetişkinliğe bir geçiş olarak betimlenir ve genelde somut bir yaş grubuna indirgenerek tanımlanır (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:4). Biyolojik yaklaşıma göre gençlik homojen bir yarı-sınıf olarak tanımlanabilir. Bu yaklaşımda, gençliğin tanımlanışında Sosyo-ekonomik değişkenlerden ziyade, yaş grubunun kendisi öne m kazanıyor (Kentel,2005:13). Fakat gençlik tanımının bu sabit ve biyolojik temelli kavramsallaştırımı birçok eleştiriyi de beraberinde getirmiştir.

İlk eleştirilerden birisi biyolojik temelli bir yaş grubunu esas alan yaklaşımın, zaman ve mekan gibi temel değişkenleri dikkate almamasıdır. Oysaki 20. Yüzyılda sanayileşme, kentlileşme, okullaşma, bilgi teknolojilerindeki hızlı değişim gibi etkenler nedeniyle gençlik dönemi uzamaya başlamıştır. Örneğin çoğu uluslararası kuruluş tarafından 15-25 yaş aralığı olarak kabul edilen gençlik tanımı, gençlerin okulda kalma sürelerinin uzamasına bağlı olarak 15-29 yaş aralığına uzatılmıştır. Gençlik tanımlaması sadece yaş aralığı üzerinden yapıldığında, gençlik biyolojik bir kategori olarak anlamlandırılır ve dolayısıyla da tarihsel ve toplumsal süreçlerden etkilenmeyen, bağımsız bir doğası olduğu varsayımına indirgenir (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5). Lüküslü’nün de dediği gibi bu tür bir tanım da, gençliğe daima yenilikçi, dinamik, güçlü, üretken gibi olumlu anlamlar ya da tam tersi olay çıkartan, sorunlu, uzlaşmaz, tehlikeli sıfatlar yükler (Lüküslü,2008).

Gençliği değişmez bir biyolojik veri olarak ele alan yaklaşımın bir uzantısı olarak ortaya çıkan bir diğer bakış açısı da, gençleri araçsallaştırma temelinde kavramsallaştırmaya çalışır. Bu şekilde tanımlanan gençler, “toplumun en dinamik”, “yarınlarımızın teminatı” ve “sürdürülebilir ekonomik bir büyüme” için yatırım yapılan bir araçsal nesneye indirgenirler. Böylece de, gençler sadece “ daha büyük/önemli” olduğu düşünülen bir başka “şey” için dikkate alınıp önemsenirler (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5).

Bir başka benzer gençlik tanımında ise, gençlik “yetişkinliğe geçiş süreci” olarak algılanır ve bu anlamda gençlik, yetişkin olmaya giden yol, yetişkinlik ise varılacak nihai yer olarak kodlanır. Bu noktada gençlik bir anlamda nihai varılacak yer olan yetişkin olmama hali yani “eksik” bir durum olarak algılanır. Böylece gençlik yetişkinlerin yönlendiriciliğine ihtiyaç duyan bağımlı bir kategoriye indirgenir. Toplumsal hayata katılım ve eşit haklara sahip olmak için yetişkin olmayı beklemek gerektiği vurgulanır (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:5). Bu da yetişkinler ile gençler arasındaki hiyerarşiyi doğallaştırarak, yetişkinler lehine bir iktidar mekanizması üretir. Çünkü “genç olma” ve “yetişkin olma” durumu yetişkin iktidarı bağlamında kurulur. Yani aslında yaş temelli sınıflandırma mantığı, iktidarı elinde tutan yetişkinlerin gençlerin özerk yaşam olanaklarını sınırlandırması sonucunu doğurur.

“Sosyo-ekonomik” olarak adlandırılan bir yaklaşımda ise gençlik sadece bir “kelime”den ibarettir. Yani gençlik dediğimiz olgu ancak toplumsal sınıflar içindeki farklılıklar temelinde ele alınabilir. Gençlik değil, birbiriyle fazla ilişkisi olmayan “gençlikler” söz konusudur. Bu yaklaşımda gençliğin tek bir homojen kategori olarak kurgulanması, manipülasyon olarak algılanmaktadır. Gençlik içinde de eşitsizliklerin yeniden üretildiği mekanizmalar olduğunu savunan bu yaklaşıma göre, gençlik kategorisi olarak düşünülen grup içinde çok büyük iç farklılıklar mevcuttur (Kentel,2005:13). Gençliği anlamak için toplumdaki iktidar ilişkilerine bakmak gerekir.

Son olarak gençler yaşadıkları dönemin Sosyo-ekonomik koşullarından, kültürel üretimlerden, üretim ve paylaşım politikalarından etkilenirler. Örneğin 1970’li yılların en aktif siyasi aktörleri olan gençler, 1980 askeri darbesinden sonra kurumsal siyasi yapılardan uzak durmayı öğrendiler. 1990’lı yılların küreselleşme sürecine bağlı olarak oluşan neo-liberal politikalar bağlamında piyasaya güvenmeyi öğrendiler. Bilgi ve iletişim teknolojileri, internet ve uydu sistemlerinin sağladığı imkanları kullanarak birbirleriyle ve dünyayla ilişki kurmayı öğrendiler (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:7). Bu da gençlik tanımın sabit bir doğasının olmadığını, canlı ve sürekli farklılaşan bir boyutu olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak yukarıda bahsettiğimiz biyolojik ve Sosyo-ekonomik yaklaşımların birbirlerine karşıtlık temelinde anlamlandırmak yerine, ikisini bir araya getirecek daha dinamik bir gençlik tanımı yapılabilir. Bu bağlamda her genç kuşağın önceki kuşaktan farklı özellikler gösterdiğini ancak bu farklı özelliklerin de toplumdaki Sosyo-ekonomik kategorilerle bağlantılı bir şekilde geliştiğini söyleyebiliriz (Kentel,2005:13). Nitekim bunu örneklemek gerekirse sosyal kökeninden bağımsız bir gençlikten bahsetmek çok zordur. Farklı sosyal kesimlerden gelen gençler, önemli toplumsal dönüşümleri farklı şekillerde deneyimlerler. Varoşlarda yaşayan işsiz bir genç ile zengin bir aile üyesi ve üniversite öğrencisi bir gencin farklı kültürel ve toplumsal koşullardan etkilendiği ve aralarında ciddi farklar bulunduğunu söyleyebiliriz (Kurtaran, Nemutlu ve Yentürk, 2008:7). Bu örnek üzerinden gidersek, aslında varoşlarda yaşayan genç ile zengin aile üyesi ve üniversite öğrencisi gencin kendilerinden önceki kuşaktan farklı olduğunu, ama aynı zaman diliminde yaşamalarına rağmen dahil oldukları sosyo-ekonomik kategoriler nedeniyle de farklılaştıklarını görüyoruz.

Referanslar
o Eser, H.B. (2004), Üniversite Gençliğinin Siyasal Tutumları Üzerine Bir İnceleme-SDÜ Örneği, http://www.yerelsiyaset.com
o Çotuksöken, B. “Birey Olarak Gençler ve Gönüllülük”, ÇYDD, 24.11.2007
o G. Nemutlu, N. Yentürk ve Y. Kurtaran, (2008), Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları içinde, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.
o Kentel, F. (2005), Türkiye’de Genç Olmak: Konformizm Ya da Siyasetin Yeniden İnşaası, Birikim Dergisi, no 96, İstanbul.
o Lüküslü, D. (2008), Günümüzde Türkiye Gençliği: Ne Kayıp Bir Kuşat, Ne de Ülkenin Aydınlık Geleceği, (der.)- G. Nemutlu, N. Yentürk ve Y. Kurtaran, Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları içinde, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.
o UNDP (2008), “Türkiye 2008-İnsani Gelişme Raporu: Türkiye’de Gençlik”, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Ankara.